
Annem bir öksüz olarak babaannesi ve büyük babası tarafından büyütülmüş. Gelişme döneminde de kendine örnek alabileceği onlardan başka kimsesi olmamış. Tek kardeşi olan teyzemi de diş hekimi olan halaları ve eşi himayesi altına almış. Kendi anne ve babaları hayatta olmasına karşın, onunla hiç iletişim kurmamışlar. Annem ve teyzem birbirlerinden tamamen farklı bir disiplinle büyütülmüş. Annemin, halasının aile çevresine kıyasla daha muhafazakar bir ortamda büyütülmesiyle, teyzemin tabiri caiz ise biraz sosyetik bir ortamda büyütülmesi, aralarındaki uçurumu daha da derinleştirdiği için hayatları boyunca birbirlerine asla tahammül bile edemediler. Bütün bu durumun sosyal, davranışsal ve duygusal olarak bıraktığı izlerin gölgeleri, annemin peşini hayatı boyunca hiç bırakmadı. Zamanla da kırgınlığa, terk edilmişliğe, uyumsuzluğa ve yalnızlığa bağışıklık kazandı.



Babamla tanışıp evlenmesi kendi kimliğini oluşturmasına fırsat sağladı ve ben de onun yegâne sorumluluğu oldum.
Ev hallerimizi soracak olursanız diyerekten…

Annemin resme yatkınlığı ise babamla tanıştıktan sonra gelişti. Bu konuda hiç eğitim almadı. Ama başladıktan sonra da hiç durmadı. Kendi kendini geliştirdi. Uzun yıllar boyunca, çoğunlukla çocuk kitabı resimledi. Redhouse Yayınları’nın “Dünya Masalları” serisi için 1986’da resimlediği Kırmızı Başlıklı Kız ve 1988’de resimlediği Altın Çocuklar, UNICEF tarafından ödüle layık görüldü.

Naif yaklaşımı ve detaylarındaki ancak minyatür sanatında görülebilecek türden işçiliği, onun sanatının en belirgin özelliği oldu. Zorlayıcı hayat şartları yüzünden uzun yıllar ara verdiği resme, geçirdiği hastalıktan sonra yeniden döndü ve ömrünün sonuna kadar da el yapımı kartları ve kitap ayraçları ile sanatını devam ettirdi. Aktarmış olduğu ilham sayesinde benim sanatsal ve zanaatsal duygumu da şekillendirdiğini her geçen gün daha çok anlıyorum.



